Deleuze sinema üzerine düşünürken, aslında ampirizm ile yollarının kesişmesine dikkat çekecekti. Ampirizm, deneyimcilik demekti ve sinema kuşkusuz bir deneyimdi. Fakat öyle olağan deneyimlerden değil. Örneğin, bir diğer Sovyet sinemacı Vertov "Kameralı Adam" filmiyle bize başka türlü açıklanması mümkün olmayan bir Sovyet deneyimi yaşatacaktı ve bu insan-üstü bir göz, bir başka deneyimdi. Tarkovsky'nin birkaç hafta evvel babamla sinemada izlediğim İzsürücü filmi onun baş yapıtıdır ve bana kalırsa eşsiz bir deneyimdir.
İzsürücü filminde bir yazar, bir bilim adamı ve bir izsürücü mistik bir bölgeye doğru, içinde arzuların gerçekleştiği bir odayı bulmak üzere yolculuk ederler. Bu yolculuk kuşkusuz bir iç yolculuğa dönüşecek ve izsürücü, deneyimli bir izsürücü olarak, yazar ve bilim adamının en dipteki arzularını keşfetmelerine yardım edecektir.
Spinoza bir 17.yy. düşünürü olarak istek ve arzu arasında bir ayrım gözetir. İsteği bir erdem olarak ele alırken, arzuyu ihtiras olarak değerlendirir ve olumsuzlar. Spinoza'da bir varlığın varlık sahasına çıkabilmesi bu istekten ileri gelir. Oysa bir arzu, başımıza dertler açacak, örneğin başımıza tiranlar musallat edecek, sonsuz zenginliklere veya güçlere sahip olmak isteyen insanlar yaratacak, veya entirikalara sebep olacaktır. Arzunun olumsuzluğu en güzel ifadesini belki de çağdaşı Shakespeare'de bulmuştur.
Tekrar, Tarkovsky'e dönecek olursak, izsürücünün yolculuk sonunda karısına hayıflandığı gibi yolculuğu yapan başarısız yazarımız ve dünyayı yok etmek isteyen bilim adamımız, var olma isteğinden ziyade arzuları ve ihtirasları sebebiyle başarısızlığa sürüklenmiştir. İzsürücünün tüm yapmak istediği gizemli "bölge"ye götürdüğü insanları bu arzularıyla başbaşa bırakmak ve onları bu ihtiraslardan kurtarmaktır. Tıpkı bir sanatçının veya bir azizin de yapmak isteyeceği gibi...